Oyun Yazarlığı Üzerine Sıkça Sorulan Sorular
Bu yazıda, oyun yazarlığına ilgi duyanlar için, oyun yazarlığı üzerine sıkça sorulan soruları bir araya getirip cevapladım.
Bu yazıda, oyun yazarlığına ilgi duyanlar için, oyun yazarlığı üzerine sıkça sorulan soruları bir araya getirip cevapladım.
Ülkemizde oyun yazarının emeğini yok saymak normalleşmeye başladı. Bir oyunun yapım bütçesi belirlenirken yazara verilmesi gereken telif hakkı çoğunlukla listeye eklenmez. Bu emek sömürüsüdür ve bunun normalleştirilmesine engel olmak zorundayız!
Bu mektubun konusu olan diğer önemli sorun ise oyunların, özellikle eğitim kurumlarında, izinsiz / kaçak olarak sahnelenmesidir.
İNSAN OL!
“İnsan ol!”
Bu sözü ilk duyduğumda “Ne diyor?” demiştim. “Nasıl yani, insanız ya!”
“Yaratık olma sahnede, insan ol!”
Konservatuarın ilk yılındayım. Kimi hoca “Ağaç ol!” diyor. Sahnede duruyoruz, rüzgar esiyor hesapta, sağa sola eğiliyoruz. Aslında herkes aynı da, hoca kerameti kendinden menkul bir arkadaşımızı daha çok beğeniyor; biz de anlarmış gibi yapıyoruz. “Vay be, hakikaten Galip çok iyi ağaç oldu!”. Galip de gaza geliyor; ağaç olmuş nasılsa, üstüne dal budak salmaya çalışıyor. Bir de kuş yuva yaptı mı…
Kimi bizi daire yapıp oturtuyor; ortaya gözlerimizle tuğlalar koyup bina inşa ediyoruz. Konsantre içinmiş. Niyeyse hoca diyor ki “Bakın Bülent’e, ikinci katı çıkıyor!”. Biz o sırada yüksek konsantreden şaşılaşmış gözlerimizle daha temeldeyiz; helal olsun Bülent’e!
Başka bir hoca bize “İyi konsantre olunduğunda uçarsınız bile!” diyor. “Gık” diyene “Höt” diyip bu okuldan daha geçtiğimiz sene mezun olan oğlunu örnek gösteriyor. “Valla uçmuştu!”. Derin bir hüzün kaplıyor içimizi. Biz onun kadar iyi oyuncu olamayacağız!
Sahne dersleri başka bir alem. Hoca kimse, kendisini en iyi taklit eden, en başarılı oluyor. Hoca tonluyor, sonra öğrenci taklit ediyor. Hoca yürüyor, öğrenci taklit ediyor. Hoca “Gül!” diyor, öğrenci gülüyor. “Ağla!”; ağlıyor. Kimse “Yahu neden gülüyorum yada ağlıyorum” diye sormuyor, soramıyor. Sebepsiz yere gülemedin ya; hemen gülmenin tekniği öğretiliyor. “Köpek gibi solu! Hah, şimdi diyaframı sıkarak…” Okul “Pa – pa” sesleriyle inliyor.
Diğer bir hoca “Filme, dublaja gitmeyin, yakarım” diyor. Dediği gün öğleden sonraki sahne dersine gelmiyor. Ders boş olduğu için, para kazanmaya muhtaç olduklarından orada bulunan öğrencilere dublaj stüdyosunda yakalanıveriyor. Hocayı aynı sene oldukça sanatsal bir seks filminde de izlemiş, performansından pek gururlanmıştık.
Başka biri ise bize kitap isimleri yazdırıyor, hemen satın almamızı istiyor. Kitapların bir tanesi, öğrencinin bir aylık harçlığı… İyi giyinebilen, pahalı parfümler kullanabilen yakışıklı gençleri, güzel kızları özel öğrencileri olarak seçiyor, dostluk kuruyor; diğerlerine ise kötü davranıyor. Herhalde sıradan insanlardan şekilsel olarak da farklı olmamızın gereğini aşılamak içindi bu davranışları. Takmıştı epik tiyatroya.
* * *
“Hocam aslında role epik açıdan yaklaştığımda…”
“Çık oyna kızım, bırak epiği mepiği!”
Diğer hocalardan çok farklı olan biri ise öğrencilerine böyle derdi.
“Rolü kendi içinizden çıkarın!”. “Ben Hamlet taklidi istemiyorum, senin Hamlet’ini görmek istiyorum!”. Çoğumuz ne dediğini anlamazdık bile!
Öğrencilerini sıradan insanları anlamaya yöneltirdi. Bunun için de sıradan olabilmenin önemini sürekli vurgulardı. Hocanın davranışlarından bunu çıkarabilirdik de aslında, o zaman bizim için çok erkendi herhalde!
“İnsan ol!”
Sahnede “Ham hum” yapıp kendisinden önceki oyuncu neslini olanca yüzeyselliğiyle taklit ederek oyunculuğun bu olduğuna çoktan inandırılmış bilinçsiz çoğunluğu kolaylıkla kandırıp ün kazanmanın geçer akçe olduğu bir zamanda, o, öncelikle sıradan, yalın ve iyi bir insan olmayı başarabilirsek, çevremizi, kendimizi daha kolay keşfedebileceğimizi, oyunculukta ilk adımın bu olduğunu, böylece dünyanın ve yaşadığımız çevrenin sorunlarına duyarlı ve topluma daha yararlı bireyler olacağımızı söylemek isterdi.
Başka bir adamdı benim hocam.
İsteyene hemen borç verirdi mesela, ama parayı ne zaman geri alacağını da mutlaka sorardı. Vadesi geldiğinde çekinmeden isterdi; pintilikle suçlanırdı.
Rolü çıkarmakta zorlandığında kendisine bağırıp çağıran, sınıfı terk eden öğrencisine sıradan bir dostu gibi küfür edip arkasından giderek sınıfa aldığında ve rolü baştan çalıştırdığında, bu sefer korkaklıkla suçlanırdı.
Bazı öğrencilere kendi tiyatrosunda roller verirdi. İyi para ödemezdi. Adam kullanmakla suçlanırdı.
Yoksul, diğerleri tarafından itilip kakılan, çoğu aslında pek de yetenekli olmayan öğrencilere kucak açardı. Zorda kalanları evinde ağırladığı bile olurdu; ayrımcılıkla suçlanırdı.
Oysa bilgeydi o.
Aslında o yalın olduğu için bilgedir; bilge olduğu için yalın.
Öğrencilik bitip profesyonel yaşama geçtikten yıllar sonra basitlikle yalınlığın arasındaki kalın hattı aşabilenler, onu anlayabildi. Onu anlayan öğrencileri arasından da kasapta, bakkalda “Ben sanatçıyım” diye kendini tanıtan hiç çıkmadı. Hepsi de işleri bitip sahneden indiklerinde sıradan insanlar olarak, kendileri gibi sıradan olanların arasına karıştılar.
Mezuniyetimden bunca yıl sonra, güzel sesli, güzel insanların, kendilerine yapay ve gülünç bir tanrısal güç yüklenerek mezun oldukları ve öğrencilere diğer insanlardan farklı olduklarının sürekli işlendiği konservatuar ve diğer tiyatro okullarındaki kısır oyunculuk eğitiminin Türk tiyatrosunun başına açtıklarını açıkça görebilen biri olarak, diğerlerinden hiçbir farkı olmayan Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan mezun olmamla ilgili hiçbir mutluluk yada ayrıcalık duygusu yoktur içimde.
Ancak Müşfik Kenter’in öğrencisi olmaktan hep gurur duyarım.
Kemal Başar
Kaynak: www.tiyatrodunyasi.com
Kemal Oruç Tiyatro ve yaratıcı drama eğitmeni Cihan Özdeniz’le yaratıcı dramanın oyunculuk eğitimindeki işlevi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. İyi okumalar dilerim. Devamı…
Mustafa Preşeva ile “Kurgu ve Oyunculuk İlişkisi” Üzerine… Cihan Özdeniz’le “Yaratıcı Drama ve Oyunculuk” Üzerine… Gizem Dumanla Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu ve Oyunculuk Eğitimi Üzeri Kemal Başar’la “Türkiye’de Tiyatronun ve Tiyatro Eğitiminin Durumu” Üzerine… Cihan Özdeniz ile Sinema ve Tiyatro Oyunculuğu Üzerine… Yaratıcı Drama ve Oyunculuk Üzerine
Mustafa Preşeva ile “Kurgu ve Oyunculuk İlişkisi” Üzerine… Bir Görsel Şölen: Loving Vincent Karanlıkta Uyananlar Filminde Çelişkiler Doğanın Özünde Yaşayan Adam: Dersu Uzala
Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, yönetmenliğini Ertem Göreç’in yaptığı 1965 yapımı film, işçi-işveren sorunlarını somut örnekleriyle anlatmaktadır. Metafor içeren adından da anlaşılacağı üzere film hem işe gitmek üzere güneş doğmadan uyanan hem de kapitalizmin sömürüsüne karşı uyanan işçileri anlatır
Kemal Oruç
10 Ocak 2007 saat 15: 00, Yıldızlar Altında Cinayet oyunu, Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Ümraniye Sahnesi…
Çoğu koltuk boş ve geri kalanlar da rezil bir seyirci (adayı) kitlesiyle dolu. Sahnede özellikle Elçin Altındağ ve Emrah Özertem’in muhteşem performansı (her şeye rağmen!) beni çok etkiledi. Her şeye rağmen dedim çünkü salonda öyle kötü bir seyirci vardı ki oyuncuların ve küçük bir kitleyi oluşturan gerçek seyircinin vay haline! Olmadık yerde sahneye laf atarak oyuna müdahale eden seyirci (adayları) bana “Roma Seyircisi”nin gerçekten nasıl olduğunu gösterdi! Her laftan sonra oyuncular bir an duraksayıp kedine geliyor ve oyuna devam etmeye çalışıyor. Oyunu kötü buldular desem, hayır, zaten daha oyunun başladığı anda seyirci rabarba yapıyordu ve susmadı! Oyunun ortasında (gerçek) seyircilerden biri dayanamayıp “Yeter artık kesin sesinizi! Bakın burada sanatçılar görevini yapmaya çalışıyor” dedi. Benim yanımda oturan yaşlı teyze de başka bir sahne oynanırken dayanamayıp yüksek sesle “Offf!” diyerek kalitesiz seyirciye isyanını belirtti. Bu sırada oyun bir an duraksadı ve devam etti. Üstelik 1 YTL’yi fırsat bilen gençlerin tiyatroyu -sinemada olduğu- gibi “Öpüşme Yeri” olarak seçmesi de tam bir rezalet! Bir çift değil birçok çift bunu yaptı! Arkamda oturanların öpüşme sesi de geliyordu! Salonda yemek yiyip bir şeyler içenler de cabası! Bir oyuncu olarak ben o anda sahnede olsam ne yapardım bilmiyorum. Oyunun son 15 dakikasında artık dayanamayan oyunculardan Elçin Altındağ tam da ağlama sahnesinde seyirciye döndü ve “ Artık susacak mısınız yoksa oyunu bırakıp gidelim mi?” diye bir soru sordu ve Emrah Özertem’le birlikte seyircilere 10 saniye kadar nefretle baktılar. İşte o anda gözümde o kadar büyüdü ki bu oyuncular dayanamadım ve küçük kitleyle birlikte deliler gibi alkışlamaya başladım. Oyuncular büyük bir profesyonellikle sanki hiçbir şey olmamış gibi oyuna devam etti. Tabi daha düşük bir performansla… Devamı…
Kemal Oruç Diğer tüm tiyatro ile ilgili eylemlerde olduğu gibi 4 Kasım 2007 tarihinde yapılan “Muhsin Ertuğrul Sahnesi Sadece Alkıştan Yıkılsın” adlı eylemde de elimde fenerimle, kalbimde sevgimle yerimi aldım. Bu eylemden yaklaşık bir hafta önce kadar içimden geldi ya da doğrusunu söylemek gerekirse bir şey …