AĞVA'DA "KENDİNE HAS" BİR MEKAN

Kemal Oruç

Pazartesi gecesi yazmak ve dinlenmek için İstanbul’dan kaçmaya karar verdim ve salı sabahı kendimi Ağva’da buldum. Buraya ilk kez geldiğim için konaklama konusunda sosyal medyada yardım istedim. Birkaç tavsiye geldi. Gözümle görmeden asla bir yere yerleşme kararı almadığım için, tavsiye edilen mekanlardan birini görmek üzere Göksu Nehri’ne doğru yola çıktım. İlk baktığım otelin hemen yanında inşaat çalışması olduğu için oraya yerleşmek istemedim. Nehir boyunca biraz daha ilerleyince rengarenk bir tabela beni karşıladı: Kendine Has Kafe Bar & Konukevi.

Güzel mi güzel bahçesine daldım, rengarenk çiçeklerle taçlanmış yolun sonunda nehri ve mis gibi iskeleyi karşımda görünce büyülendim. Handan Hanım karşıladı. “Burada aynı zamanda konaklanabiliyor mu?” diye sordum. Handan hanım “Evet.” dedi ve Mahmut Bey’e seslendi. Mahmut Bey önce beni bir süzdü sonra “Biz bu akşam İstanbul’a bir ziyarete gideceğiz ve iki gün sonra döneceğiz.” dedi. Oysa ben de iki günlüğüne gelmiştim.

Tiyatrocu olduğumu, bir oyun yazmak için Ağva’ya geldiğimi söyleyince Mahmut Bey gülümseyiverdi. Çay ya da kahve ikram etmek istediğini söyledi. Tiyatroyu çok sevdiklerini, sanatçılara ve aydınlara çok değer verdiklerini söylediler. Kahvemizi yudumlarken, dünya müzikleri eşliğinde, tiyatro üzerine küçük bir sohbetten sonra Mahmut Bey “Siz istediğiniz odaya yerleşin, biz size konukevinin anahtarını bırakalım ve İstanbul’a gidelim.” dedi. Nasıl şaşırıp kaldığımı tahmin edersiniz. Bu tiyatro sanatçısı olmanın güzelliğini yaşadığım anlardan biri oldu.

Çatı katındaki ahşap odama yerleştim. Akşam yemeğe davet ettiler. Mis gibi yemekten sonra sanat ve ülke gündemi üzerine saatlerce sohbet ettik. Çok samimi ve sıcak bir ortamın içinde buldum kendimi. Handan Hanım’ın ricasıyla Mahmut Bey bizi deniz bisikletiyle nehirde bir gezintiye çıkardı ve nehir kenarındaki tüm mekanları bana tanıttı.

Mahmut Bey ve Handan Hanım 2006 yılında İstanbul’un kalabalığından kaçıp Ağva’ya yerleşmişler. Nehir kenarındaki evleri zamanla bir kafeye ve konukevine dönüşmüş ve şimdi bu işi yapıyorlar. Konukevi iki katlı, özenle inşa edilmiş bir yapı. Zemin katta misafirlerin vakit geçirebileceği geniş bir salon ve nehre bakan bir balkon var. Bu salonun bir köşesi mutfak. Birinci katta konaklamak için üç oda var. İkinci katta/çatı katında ise her yeri ahşap olan geniş bir oda var. Çatı katındaki balkona çıktığınızda sizi Göksu Nehri ve yemyeşil tepeler karşılıyor. Güneş bu tepelerin üstünden batarken odanızı kızıllıkla dolduruyor. Konukevinin bahçe katı Göksu’ya bitişik oturma alanı alanı olan bir kafe-bar. Bu alan pastel renklerle bezenmiş ve çeşitli (ve ilginç) eşyalarla süslenmiş. Burada tüm gün keyifle vakit geçirebilirsiniz. Ben üç öğün yemekleri tattım ve hepsi nefisti. Yemeklere çiçek kokuları, nehir ve kuş sesleri eşlik ediyor. Tabii bir de sevimli Şimşek…

Bulut ve Şimşek adında birlikte yaşadıkları iki köpek dostları var. İkisi de çok cana yakın dostlar. Şimşek bahçede, iskelede ve hatta deniz bisikleti gezimizde hep aramızdaydı. Bulut ise kendi evinde. Nedenini sordum; Mahmut Bey ve Handan Hanım’ın gözleri doldu.

Bulut bir beyin enfeksiyonu kapmış. Yanlış tedavi sonucu da önce felç olmuş, sonra gözlerini kaybetmiş. Bulut’u her hafta tedavi için Ağva’dan İstanbul’a (Avcılar’a) getiriyorlar. Bir veteriner hekim “On beş günü var, uyutalım.” demiş. Mahmut Bey itiraz etmiş. Evladıma kıyamayacağını, onu yaşatıp sevmeye devam edeceğini söylemiş. Üç ay geçmesine rağmen Bulut hayatta. Felç neredeyse geçmiş. Hatta oyunlar da oynuyor. Her gün birkaç kez Bulut’u gezdiriyorlar. Bir gezilerine tanık oldum. Mahmut Bey Bulut’u geniş ve güvenli bir alana götürüp serbest bıraktı. Bulut çevreyi koklayarak biraz gezdi. Bir ara yere yattı, Mahmut Bey onu hemen uyardı: “Kalk oğlum. Daha iyi yürüyebilmek için alıştırma yapman gerek.” Bulut kalktı ve gezmeye devam etti. Sonra Mahmut Bey Bulut’la işitmeye dayalı oyunlar oynadı. Oyunlar oynarken de Bulut’a bolca sarıldı, öptü ve ona sevgisini gösterdi. Bulut gayet mutlu. Bu duruma ulaşmak için aylardır verilen emeği somut bir şekilde görebiliyorsunuz.

Artık onları İstanbul’a uğurlama zamanı gelmişti. Handan Hanım, aç kalırım düşüncesiyle gitmeden önce bana yemek yaptı. Hatta sabah kahvaltı hazırlayayım diye kahvaltılıkları dolaba koydu. Mahmut Bey de Ağva’yı rahat dolaşayım diye bana bisikletinin anahtarını verdi. Hatta kitaplığından Metin And’ın “Türk Tiyatrosu’nun Evreleri” adlı kitabı çıkarıp bana hediye etti. Bu kitabı bir türlü bulamamıştım. Sanki çok uzun zamandır birbirimizi tanıyormuşuz gibi selamlaştık. Ve gittiler. Koca konukevi bana kaldı. Tüm yaz Bulut’un tedavisi ile ilgilendikleri için sezonu ancak açabilmişler. Bu nedenle benden başka konaklayan yoktu.

O gecenin dinginliğinde iskeleye bir masa kurdum ve bolca yazı yazdım. Mekanlar birbirine çok yakın olduğu halde sesleri birbirine müdahale etmiyor. Hele o gece, nehrin sesi dışında hiç ses duymadım. Tüm gece yazdım ve sabah müthiş bir enerjiyle uyandım.

Güzel insanlarla karşılaşmış olmak, güven, bilgi yüklü insanlarla saatlerce sanat, edebiyat ve dünya meseleleri üzerine konuşmak ve doğanın ortasında harika bir mekanda vakit geçirmek bana çok iyi geldi. Ağva’dan, yeniden dönmek üzere, özlemle ayrıldım.

Ulaşım: Üsküdar sahilinden 39A numaralı otobüsler sizi Ağva merkeze kadar götürüyor. Ve yine aynı otobüsle Üsküdar sahile dönebiliyorsunuz. Yolculuk üç saat sürüyor. Bunun dışında elbette özel aracınızla da rahatlıkla gidebilirsiniz. Mekanın otoparkı var.

Adres: Ağva Mahallesi, Yakuplu Cad. No: 176, 34990 Şile/Ağva İSTANBUL

Konum: https://g.page/agvakendinehascafe?share

Web: https://agvakendinehascafe.com/

Telefon: 0532 573 17 11